Film yapmak için pahalı teknik araçlar gereklidir. İşte bundan dolayı, sinema, bir sanat olmadan önce, bir sanayi, bir ticarettir ve tarihsel gelişiminde de böyle olmuştur.
Bir film, sinema sanatının büyüsüyle, yaşamın gerçekleri arasında gizlenen bir ışığı bulmaya yardım ederek, insan topluluğunun seçkin bir yorumcusu ve yol göstericisidir.
Kendisini terk eden sevgilisinin peşinden Paris'ten İstanbul'a gelerek, kötü yola düşmekten Dehri Efendi adlı bir zenginin konağına mürebbiye olarak sokulmakla kurtulan Matmazel Anjel'in evdeki erkeklerin tümünü baştan çıkarmaya kalkışması ve sonunda uygunsuz girişimini ağzına yüzüne bulaştırıp bütün foyalarının meydana çıkmasını anlatan filmin, bu durumuyla, âdeta işgal kuvvetlerine karşı gizli bir protesto havası taşımasından, Anadolu'da gösterilmesi, bu kuvvetlerin sansürü ile yasaklandı. Böylece "Mürebbiye", Türkiye'de ilk sansüre uğrayan film oldu.
Türkiye'de bir Türk'ün çektiği ilk film de bir belge filmidir. 1914'te Osmanlı İmparatorluğu'nun İtilaf Devletleri'ne karşı İttifak Devletleri safında savaşa katılmasıyla, yapılan ilk işlerden biri Yeşilköy'de (eski adıyla Aya Stefanos) dikili bir anıtın bombalanması oldu. Bu anıt 1877'de sonuçlanan Türk-Rus Savaşı'nı izleyerek aynı yerde kötü şartlarla imzalanan bir anlaşmanın anısını sembolize ediyordu.
Olayın önemli yönü, bu anıtın yıkılışının Türk sinemasının başlangıcına yol açmasından geliyordu. İlk olarak bir Türk sinemacısı, bu olaydan dolayı kamerasını çalıştırarak ilk Türk filmini meydana getirmişti.
NÂZIM HIKMET'İN SENARYOLARINDAN BİRKAÇI Nâzım Hikmet, döneminin tek sinemacısı Muhsin Ertuğrul'un yönettiği birçok filmin senaryosunu yazar. Bu senaryolarda kendi ismini değil Mümtaz Osman ve Ercüment Er imzalarını kullanır. Âlim Şerif Onaran," bu filmlerin senaryoları şöyle sıralar:
Karım Beni Aldatırsa Mümtaz Osman 1933: Salih